-
1 köpeğin ağzına kemik atmak
бро́сить соба́ке кость, заткну́ть рот кому-л. пода́чкой -
2 önüne bir kemik atmak
заткну́ть рот, бро́сить кость кому -
3 kemik
-in önüne kemik atmak jemanden durch eine Kleinigkeit beschwichtigen, fam den Mund stopfen;kemik iliği Knochenmark n;kemik yalayıcı Speichellecker m;kemiklerine kadar fig bis auf die Knochen;kemik zarı iltihabı MED Knochenhautentzündung f -
4 kemik
-
5 kemik
(-ği)1.kemiki kalın — име́ющий больши́е, широ́кие ко́сти; кости́стый
kemik kesilmek — окостене́ть
kemik kırığı — перело́м ко́сти
2.1) костяно́йkemik tarak — костяно́й гре́бень
2) анат. ко́стный◊
-a kemik atmak — бро́сить кость кому, заткну́ть гло́тку каким-л. подая́нием◊
kemik gibi — [твёрдый] как кость◊
kemike (kadar) işlemek — прони́зывать до косте́й (о холоде)◊
kemiki sayılmak — быть о́чень худы́м, «рёбра пересчита́ешь» -
6 kemik
ко́сточка (ж) ко́сть (ж)* * *1. озвонч. -ğialın kemiği — ло́бная кость
eğe kemiği — ребро́
kol kemiği — плечева́я кость
2. озвонч. -ğikürek kemiği — анат. лопа́тка
костяно́йkemik tarak — костяно́й гре́бень
kemik atmak — заткну́ть кому-л. гло́тку, бро́сить кому-л. кость
kemiğe kadar — до са́мых косте́й
kemiklerini kırmak — ко́сти пересчита́ть кому; изби́ть
kemikleri sayılmak — быть о́чень худы́м
kemik yalayıcı — блюдоли́з, подхали́м
-
7 kemik
"1. bone. 2. osseous. - atmak /a/ 1. to throw a bone (to a dog). 2. to throw (someone) a sop, appease (someone) (used disparagingly). - çıkıntısı process of a bone, projection. - erimesi path. osteolysis. - gibi 1. as hard as a bone; very sound or tough. 2. bone-dry. - gübresi bone meal. - iltihabı/yangısı path. osteitis. -ine/-lerine kadar işlemek to penetrate right to one´s bones. -lerini kırmak /ın/ to give (someone) a good thrashing, beat (someone) up. - kömürü animal charcoal, boneblack. - külü bone ash. - oluşumu osteogenesis. - pensi bone nippers. -leri sayılmak to look like a scarecrow, be too thin. - testeresi bone saw. - törpüsü surgeon´s rasp, raspatory. - unu bone meal. - veremi path. tuberculosis of the bones. - yağı bone oil, Dippel´s oil. - yalayıcı toady, sycophant, bootlicker. " -
8 köpek
соба́ка (ж)* * *озвонч. -ği1) соба́ка, пёсav köpeği — охо́тничья соба́ка
bekçi köpeği — сторожева́я соба́ка
çoban köpeği — овча́рка
dişi köpek — су́ка
ev köpeği — дворня́жка
iş köpeği — служе́бная соба́ка
kapı köpeği — цепно́й пёс
kurt köpeği — волкода́в
polis köpeği — полице́йская соба́ка, ище́йка
serseri sokak köpekleri — бродя́чие / бездо́мные соба́ки
sıhhiye köpeği — санита́рная соба́ка
2) бран. пёс парши́вый, негодя́й, подле́ц••köpeği bağlasan durmaz — погов. да́же соба́ка [здесь] не бу́дет жить
köpekle yatan pire ile kalkar — посл. с кем поведёшься, от того́ и наберёшься
köpeğe atsan yemez — погов. да́же соба́ка не ста́нет есть
- köpek gibiköpeğin duası kabul olsaydı gökten kemik yağardı — посл. е́сли бы моли́твы соба́ки бы́ли услы́шаны, то с не́ба сы́пались бы ко́сти
-
9 köpek
1. dog. 2. vulg. bastard, s.o.b. -in ağzına kemik atmak vulg. to shut up a troublemaker by giving him a slice of the pie. -e atsan yemez. colloq. It´s not even fit for a dog to eat. -i bağlasan durmaz. colloq. It´s not fit for a dog to live in, much less a person! -le dalaşmaktan çalıyı dolaşmak yeğdir./-e dalanmaktan çalıyı dolanmak yeğdir. proverb It is worth doing whatever is necessary to avoid a confrontation with a nasty person. -in duası kabul/makbul olsa/olsaydı gökten kemik yağar/yağardı. proverb If scoundrels were to run the world, it´d be an uninhabitable place. - gibi cringingly, fawningly. -ler güler buna. colloq. It´s too funny for words. -e hoşt, kediye pist dememek to be unable to say boo to a goose. - köpek olalı bir av avladı. colloq. In all this time he´s only managed to do one noteworthy thing. - soyu vulg. bastard, s.o.b. -le yatan pire ile kalkar. proverb 1. If you associate with a scoundrel, you´ll pick up some of his habits. 2. If you associate with a scoundrel, you´ll suffer for it. - yese kudurur. colloq. Even the most low-down scoundrel couldn´t stomach such a remark! -
10 ağız
",-ğzı 1. mouth. 2. rim, brim (of a cup or an opening). 3. muzzle (of a gun). 4. intersection, corner (of roads). 5. cutting edge, blade (of a knife). 6. dialect; regional accent. 7. persuasive talk, forceful way of speaking. 8. mus. regional form. 9. time: iki ağız twice. üç ağız three times. 10. brink. -dan 1. orally, verbally. 2. by mouth. -ından 1. as heard directly from. 2. in the name of. -ıyla (to tell) personally. -ını açacağına gözünü aç. Don´t stand gaping, open your eyes. -ını açıp gözünü yummak to swear a blue streak, rant and rave. -ı açık 1. open, uncovered (receptacle). 2. idiotic, moronic. -ı açık ayran delisi halfwit, simpleton. -ı (bir karış) açık kalmak to gape with astonishment. -ını açmak 1. to open one´s mouth. 2. to speak up. 3. to give vent to one´s feelings. 4. to gape with astonishment. -/-ını açmamak not to open one´s mouth; to be silent, hold one´s tongue. - açtırmamak /a/ to give (someone) no opportunity to talk. - ağıza to the brim. - ağıza dolu brimful, brimming. - ağıza vermek to whisper privately to each other. -dan ağıza by word of mouth, by rumor. -dan ağıza yayılmak (for a rumor) to be spread by word of mouth. -a alınmaz/alınmayacak obscene, very vulgar, unmentionable. - alışkanlığı the habit of using a certain expression. -ına almamak /ı/ not to mention, not to let pass one´s lips. -/-ını aramak /ın/ to sound out (a person). - armonikası harmonica, mouth organ. -ına atmak /ı/ to put (something) in one´s mouth. -ı aya, gözü çaya bakmak to be absentminded, be inclined not to pay attention to one´s work. -ına bakakalmak /ın/ to be spellbound by (one´s) words. -ından baklayı çıkarmak to put aside considerations and speak out, let the cat out of the bag. -ında bakla ıslanmamak not to be able to keep a secret. -ına bakmak /ın/ 1. to wait for (someone´s) words. 2. to obey blindly. -ına/-ının içine baktırmak to have great charm in talking. -ından bal akmak to talk sweetly. -ını bıçak açmamak to be too distressed to talk, have one´s mouth sealed with grief. -ı bir in agreement on what to say. -ına bir kemik atmak /ın/ to throw (someone) a bone, give (someone) money to keep him quiet. -ına bir parmak bal çalmak /ın/ to try to put (someone) off by promises or petty gains. -ına bir şey/çöp koymamak not to eat a thing. -ına bir zeytin verip altına/ardına bir tulum tutmak to do a small favor and expect a big return. -ını bozmak to swear, use bad language. -ı bozuk foulmouthed, scurrilous. - bozukluğu abusiveness. - burun birbirine karışmak 1. (for one´s anger, sadness, or fatigue) to show in one´s face. 2. (for one´s face) to be battered and bruised. -ına burnuna bulaştırmak /ı/ to mess up (a job). -ını burnunu dağıtmak /ın/ to pound (one´s) face, beat (someone) up. -ı burnu yerinde good-looking, attractive, handsome. -ı büyük boastful. -ında büyümek (for food) to be hard to swallow. -ından çıkanı/çıkan sözü kulağı duymamak/işitmemek not to realize what one is saying, to (get angry and) explode. -ından çıkmak to slip out without being intended. -ından çıt çıkmamak not to divulge a word, (for someone´s mouth) to be sealed. -ı çiriş çanağına dönmek to have one´s mouth get dry and bitter. -da dağılmak (for pastry) to be delicious, be delectable. -ını dağıtmak /ın/ colloq. to hit (someone) in the mouth, sock (someone) in the kisser. - dalaşı/dalaşması quarrel, row. -ına değin up to the brim. - değişikliği variety in food. -ı değişmek to change one´s tune. - değiştirmek to change one´s tune. -ı dili bağlanmak not to open one´s mouth, be silent. - dil vermemek to be too sick to talk. -ı dili yok. He submits meekly./He doesn´t protest. -ından dirhemle laf/söz/lakırdı çıkmak to be someone of few words, be tight-lipped: Şadan´ın ağzından dirhemle laf çıkar. Şadan is a man of few words. -dan dolma muzzle-loading. - dolusu küfür unrestrained swearing. -ından dökülmek 1. to be said unconvincingly or halfheartedly. 2. to be evident from one´s wor -
11 ön
деся́ток (м) де́сять* * *1.1) простра́нство, ме́сто (перед кем-чем-л.); то, что нахо́дится (перед кем-чем-л.)önüne bak! — смотри́ под но́ги!
önünü görmeden yürüyordu — он шёл ничего́ не ви́дя пе́ред собо́й
evin önü bahçe — пе́ред до́мом сад
şehrin önlerinde — на подсту́пах к го́роду
2) перёд, пе́редняя часть (чего-л.)caketin önü iki sıra düğme ile süslenmiştir — перёд жаке́та отде́лан двумя́ ряда́ми пу́говиц
3) предстоя́щее, ближа́йшее бу́дущее2.önümüz kış — впереди́ у нас зима́
1) пере́дний, находя́щийся впереди́ön plânda — на пере́днем пла́не
ön sıralar — пере́дние ряды́
trenin ön tarafı — головна́я часть по́езда
2) предше́ствующий (чему-л.)ön emir — воен. предвари́тельное распоряже́ние
ön hesap — предвари́тельный подсчёт, предвари́тельные подсчёты
••- önde- hoca önde
- subay arkada içeriye girdiler
- öndeki
- önden
- önden yürümek
- önümüzdeki
- önümüzdeki günlerde
- önümüzdeki hafta
- önümüzdeki sınav
- önümüzdeki yıl için
- öne almak
- öne alınmak
- önünü almak
- önünde arkasında dolaşmak
- önüne arkasına bakmadan
- önüne bakmak
- önüne bir kemik atmak
- önüne dikilmek
- öne düşmek
- önüne geçmek
- önüne gelen
- önüne katmak
- önünü kesmek
- öne sürmek -
12 ağız
\ağız ağıza konuşmak unter vier Augen sprechenağzı kulaklarına varmak ( fam) von einem Ohr zum anderen strahlenağzından çıkmak ( söz) entfahrenağzından kaçırmak ausplaudern, sich verplappernağzını tutmak den Mund halten; ( sır vermemek) dichthaltenbirinin ağzını aramak [o yoklamak] jdn aushorchenbirinin ağzını burnunu dağıtmak jdm die Fresse polierenbirinin ağzını sulandırmak ( fam) jdm den Mund wässrig machenbirinin ağzını tıkamak ( fam) jdm das Maul stopfen\ağızlara sakız oldu sein Name war in aller Mundeelden ağıza yaşamak von der Hand in den Mund lebenilk \ağızda paranın yarısını ödedi beim ersten Mal zahlte er die Hälfte des Geldesuçurumun ağzında am Rande des Abgrundes -
13 ön
önI s1) ( arka karşıtı)\öne almak ( bir kimseyi) vornehmen; ( bir şeyi) vorziehen, vorverlegenbabasının \önünde sigara içmez vor seinem Vater raucht er nicht, in Anwesenheit seines Vaters raucht er nichtherkesin gözü \önünde vor aller Augenkapının/pencerenin \önünde durmak vor der Tür/dem Fenster stehen2) Vorderseite fII adj1) vordere(r, s)\ön tampon auto die vordere Stoßstange2) (\ön ad) Vor-; (\ön koltuk) Vorder- -
14 Rachen
-
15 ön
"1. front; /ın/ front part (of). 2. /ın/ space in front (of). 3. front; foremost; preliminary. 4. the time immediately before one, the immediate future. -ünde /ın/ in front of; before, in the presence of. -ünden /ın/ a little before. -ü alınmak to be nipped in the bud; to be stopped; to be checked. -e almak /ı/ to give preference to. -ünü almak /ın/ to nip (something) in the bud; to put a stop to; to check. -ünü ardını bilmek 1. to be cautious, be prudent. 2. to know how to conduct oneself. -ünde ardında dolaşmak /ın/ to follow (someone) everywhere. -ünü ardını düşünmemek /ın/ not to think (something) through, not to consider (something) carefully. -ünde ardında gidilmez. colloq. He is not someone you can rely on. -üne arkasına bakmamak to be very careless, not to think things through. - ayak olmak /a/ to be the initiator of (something), get (something) started. -üne bak. colloq. Look out!/Take care!/Watch out!/Watch your step! -üne bakmak to hang one´s head in shame. -üne bir kemik atmak /ın/ to throw (someone) a bone, give (someone) something that´ll keep him from talking. - cam auto. windshield. - çalışma preliminary study. -üne çıkmak /ın/ to appear suddenly in front of (someone); to waylay. -üne dikilmek /ın/ to plant oneself squarely in front of (someone). -e düşmek to go in front; to lead the way. -üne geçmek /ın/ to nip (something) in the bud; to put a stop to; to check. -de gelen foremost. -üne gelen anyone who comes along, anybody whatsoever. -üne geleni kapar, ardına geleni teper. colloq. He´s rude and hostile to everyone he comes into contact with. -üne katmak /ı/ 1. to drive (an animal) in front of one. 2. to force (someone) to go before one. -ünü kesmek /ın/ to block (someone´s) path; to waylay. -ünde perende atamamak /ın/ to be unable to fool (someone). - planda gelmek to be the most important thing, be the most urgent thing. -ü sıra gitmek /ın/ to go shortly ahead of (someone). -e sürmek /ı/ to suggest, propose; to set forth. - tekerlek nereye giderse art tekerlek de oraya gider. proverb Children imitate the adults that are around them." -
16 ağız
рот (м)* * *I выпад. -ğzı1) рот, пасть2) го́рло, го́рлышко; выходно́е отве́рстиеağzı dar şişe — буты́лка с у́зким го́рлышком
cebin ağzı — про́резь карма́на
yanardağın ağzı — кра́тер вулка́на
3) вход (в бухту, залив и т. п.)körfezin ağzı — вход в зали́в
4) нача́ло ( дороги)yolun ağzında — в нача́ле доро́ги
5) края́ (сосуда и т. п.)bardağın ağzı — края́ стака́на
testinin ağzı — края́ кувши́на
6) у́стьеçay ağzı — у́стье реки́
7) разви́лка, перекрёстокdört yol ağzı — перекрёсток доро́г
iki yol ağzı — разви́лка
8) ле́звие9) диале́кт, го́ворRumeli ağzı — румели́йский диале́кт
10) тон, мане́ра ( разговора)ağzı değişti — он заговори́л по-друго́му
bana karşı bu ağzı kullanma — ты со мной таки́м то́ном не разгова́ривай
11) муз. мело́дии, напе́вы (какой-л. местности)12) разг. разsobayı günde iki ağız yakıyoruz — мы то́пим печь два ра́за в день
••ağzı torba değil ki büzesin — погов. на чужо́й рото́к не наки́нешь плато́к
ağız yüreğin artığını / taşkınını söyler — посл. у кого́ что боли́т, тот о том и говори́т
- ağzında- ağzı açık ayran delisi
- ağzı açık kalmak
- ağzını açıp gözünü yummak
- ağız açmak
- ağzını açmak
- ağız açmamak
- ağzını açmamak
- ağız açtırmamak
- ağız ağza vermek
- ağızdan ağza
- ağızdan ağza geçmek
- ağza alınmaz
- ağza almamak
- ağzına aptesle almak
- ağzını aramak
- ağzına atmak
- ağzından baklayı çıkarmak
- ağzında bakla ıslanmamak
- ağzına bakmak
- ağzının içine bakmak
- ağzına baktırmak
- ağzından bal akmak
- ağzını bıçak açmamak
- ağzına bir kemik bırakmak
- ağzına bir parmak bal çalmak
- ağzında gevelemek
- ağız bozukluğu
- ağız burun birbirine karışmak
- ağzı burnu yerinde
- ağzından çıkanı kulağı duymamak
- ağzından çıkanı kulağı işitmemek
- ağzından çıkmak
- ağız değişikliği
- ağız değiştirmek
- ağzını dilini bağlamak
- ağız dil vermemek
- ağzı dili kurumak - ağzından düşürmemek
- ağzından girip burnundan çıkmak
- ağzı havada
- ağzını havaya açmak
- ağzını hayıra aç!
- ağzıyla kuş tutmak
- ağzından kaçırmak
- ağzını kapamak
- ağzını kiraya vermek
- ağzının kokusunu çekmek
- ağzı kulağına varmak
- ağzı kulaklarına varmak
- ağız kullanmak
- ağzı kurusun!
- ağzından lâf almak
- ağzı lâf yapıyor
- ağzı lâkırdı yapıyor
- ağzından lokmasını almak
- ağzını öpeyim!
- ağzının payını vermek
- ağzının ölçüsünü vermek
- ağız persengi
- ağzının perhizi yok
- ağız satmak
- ağzını sıkı tutmak
- ağzını pek tutmak
- ağzı sulanmak
- ağzı süt kokuyor
- ağız tadıyla
- ağzının tadıyla
- ağzının tadını almak
- ağzının tadını bilmek
- ağzını tıkamak
- ağzını topla!
- ağzı var dili yok
- ağzı yanmak
- ağız yaymak
- ağzından yel alsın!
- ağzını yoklamak
- bir ağızdan
- hep bir ağızdan IIмоло́зиво -
17 suture
n. dikiş yeri, ek yeri (kemik), dikiş [tıp.], dikiş atmaya yarayan ip [tıp.], derz————————v. dikiş atmak, dikmek (yara)* * *1. sütür 2. dik (v.) 3. dikiş (n.) -
18 kuru
1) в разн. знач. сухо́йkuru çeşme — вы́сохший исто́чник
kuru rüzgâr — сухове́й
kuru soğuk — сухо́й моро́з
2) сушёный; вы́сохшийkuru incir — сушёный инжи́р
kuru meyva или kuru yemiş — сухофру́кты
kuru üzüm — сушёный виногра́д, изю́м
kuru yaprak — сухо́й лист
3) сухоща́вый, худо́й, то́щийkuru kemik — то́щий, худо́й, ко́жа да ко́сти
kara kuru bir adam — то́щий челове́к
4) в разн. знач. го́лый, пусто́йkuru ekmek — пусто́й хлеб
kuru oda — пуста́я ко́мната
kuru tahtada kalmak — лиши́ться всего́, оста́ться ни с чем (букв. оста́ ться на го́ лых доска́х)
kuru toprak üzerinde, kuru yerde — на го́лой земле́
5) перен. необосно́ванный; пусто́йkuru gürültü — напра́сный шум
kuru hulyalar — пусты́е мечты́
kuru iftira — напра́слина, я́вная клевета́
kuru kalabalık etmek — окола́чиваться без де́ла
kuru kuruya — напра́сно, по́пусту
kuru laf — а) пуста́я болтовня́, пусты́е слова́; б) нереа́льные (пусты́е) обеща́ния
kuru sıkı — а) холосто́й вы́стрел; б) притво́рный гнев
kuru sıkı atmak — сде́лать холосто́й вы́стрел, стреля́ть вхолосту́ю
kuru sıkı tehdit — пуста́я угро́за
kuru vaitler — пусты́е обеща́ния
◊
kuru başına — оди́н; оди́н как перст◊
kuru başına kalmak — оста́ться совсе́м одному́◊
kuru gösteriş — показу́ха◊
kuruda kalmak — сиде́ть на мели́ (о судне)◊
kuru ağaç gölgesinde sığınılmaz — посл. под го́лым де́ревом не укры́ться -
19 Bein
Bein <-(e) s, -e> [baın] nt1) ( Körperteil) bacak;die \Beine übereinanderschlagen ayak ayak üstüne atmak;er stellt ihm ein \Bein (a. fig) ayağına çelme takıyor, ona çelme takıyor [o atıyor];jdm \Beine machen ( fig) o ( fam) ( jdn fortjagen) birini kov(ala) mak; ( jdn antreiben) birinin iki ayağını bir pabuca sokmak;er ist schon wieder auf den \Beinen ( fam) tekrar ayağa kalktı bile;immer wieder auf die \Beine fallen ( fig) hep dört ayağının üstüne düşmek;mit dem linken \Bein zuerst aufgestanden sein ( fam) ters [o sol] tarafından kalkmış olmak;Lügen haben kurze \Beine ( prov) yalancının mumu yatsıya kadar yanar2) (Tisch\Bein, Stuhl\Bein) ayak
См. также в других словарях:
kemik atmak — hkr. (birinin önüne) susturmak, oyalamak için birini küçük bir şeyle avutmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
önüne bir kemik atmak — ağzına bir kemik atmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
kemik — is., ği, anat. 1) İnsanın ve omurgalı hayvanların çatısını oluşturan türlü biçimdeki sert organların genel adı Kemikten bir tahta gibi gıcırdayarak Nihat yerinden kalktı. P. Safa 2) sf. Bu sert organdan yapılmış Kemik tarak. Birleşik Sözler kemik … Çağatay Osmanlı Sözlük
köpeğin ağzına kemik atmak — hkr. karşı gelerek bağırıp çağıran birini susturmak için ona bir çıkar sağlamak … Çağatay Osmanlı Sözlük
ağzına bir kemik atmak — birini küçük bir çıkarla susturmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
ağız — 1. is. Yeni doğurmuş memelilerin ilk sütü 2. is., ğzı, anat. 1) Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan boşluk 2) Bu boşluğun dudakları çevrelediği bölümü Küçük bir ağız. 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
köpek — is., ği, hay. b. 1) Köpekgillerden, boy ve biçim bakımından pek çok cinsi olan, çok iyi koku alan, sadık, bekçilik ve avcılık gibi işler için beslenen memeli hayvan (Canis familiaris) Onun vaktiyle pek sevdiği küçük, sırtı siyah ve göğsü beyaz,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
ön — is. 1) Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı Beş on kişi, köşkün önünde toplandık. M. Ş. Esendal 2) Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı Altmış yaşında anamın önünde sigara içmek istemezdim. B. Felek 3) Bir kimsenin ilerisi Bir… … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir — is. 1) Sayıların ilki 2) Bu sayıyı gösteren 1, I rakamlarının adı 3) sf. Bu sayı kadar olan Bir kalem. 4) sf. Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösteren (sayı) Bir adam sizi arıyor. 5) sf. Tek Allah birdir. 6) sf. Beraber Hep biriz, ayrılmayız … Çağatay Osmanlı Sözlük
zar — 1. is., esk., Ar. izār dan Kadınların örtündükleri çarşaf, car (II) 2. is. 1) İnce perde veya örtü 2) anat. İnce ve yumuşak yaprak biçimindeki organlar veya organ bölümleri, çeper 3) bit. b. Birbirine sımsıkı yapışık hücre veya moleküllerden… … Çağatay Osmanlı Sözlük
Liste Swadesh Du Turc — Liste Swadesh de 207 mots en français et en turc. Sommaire 1 Présentation 2 Liste 3 Voir aussi 3.1 Bibliographie … Wikipédia en Français